Kaan Kural röportajıKaan Kural: "Yiğiter Uluğ olmasa bu işe başlamaz, İbrahim Saten olmasa bir yere gelemezdim. Allah'ın şanslı kuluyum."MEDYATAVA RÖPORTAJ: Vatan gazetesinin Basketbol yazarı Kaan Kural, Sayım Çınar’ın sorularını yanıtladı. Kaan Kural gazeteciliğe nasıl başladığını, Robert Kolejli olmanın avantajlarını, yeni kitap projelerini ve de 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası anlattı.
Kaan Kural kimdir, gazeteciliğe ne zaman ve de hangi koşullarda başladı? Biraz kendinden söz eder misiniz?Üniversitedeyken Spor&Spor isimli bir dergiyi takip ediyordum. Çok güzel NBA yazıları olurdu. Bir gün bu yazılar aniden kesildi. Ben de 1-2 ay bekleyip yazılar başlamayınca dergiyi aradım. Bana “NBA yazan arkadaşımız işten ayrıldı” dediler. Ben de nereden estiyse “Ben NBA’i yakından takip ediyorum. İsterseniz size yazabilirim” dedim. “Bir tane örnek yolla” dediler. Yolladım. Beğendiler, basıldı. Sonra düzenli yazmaya başladım. İşin ilginci o zamanlar işten ayrılan eski NBA yazarı şu an benim NTV’de editörlüğümü yapan Erkan Arseven’miş.
Türkiye Ligi ile ilgili röportaj vs de yapmaya başladım. O sırada Yeni Yüzyıl Spor Müdürü olan Yiğiter Uluğ’un ilgisini çekmiş yazılarım. Bir buçuk yıl hem okudum hem de ayda birkaç günümü ayırıp yazılar yazdım. Tam 1996’da mezun olduğum sırada Sabah grubu Fast Break dergisini satın almış ekip kuruyormuş. Yiğiter Uluğ’dan yardım istemişler. Uluğ da o sırada yeni kurulan NTV’ye geçmek üzere ancak beni düşünmüş. Benimle konuştu. “Yazı işleri müdürü olur musun?” dedi. Ben de “Abi yazı yazmak başka şey, dergi sorumluluğu başka. Nasıl yapıldığını bırak ben yazı işleri müdürü ne iş yapar onu bile bilmiyorum” dedim. Yanıtı beni ikna etti: “Günde kabaca sekiz saat çalışıyorsun, sekiz saat uyuyorsun, sekiz saat sana kalıyor. Sen sana kalan sekiz saati finanse etmek için mi çalışmak istersin, yoksa 16 saat kendine uygun yaşamak mı? Şimdi tecrübesizlikle biraz zorlanırsın ama üç-dört aya senden iyisi olmaz.” Hakikaten de üç-dört ay çok zorlandım ama sonra alıştım. Başlar başlamaz da Uluğ’dan sonra Yeni Yüzyıl spor müdürü olan İbrahim Seten’le tanıştım. İbrahim yazdıklarıma bir baktı ve Yeni Yüzyıl basketbol yazarı yaptı beni. Yıllardır da Yeni Yüzyıl’da, Sabah’da, Vatan’da müdürümdür. Açıkçası benimki büyük bir şans hikayesi. İlk yazdığım yazının Spor&Spor’da Altan Tanrıkulu ve Murat Yığcı gibi iki bilgili ele gitmesi. Daha sonra Uluğ gibi çok değerli birinin yazılarımı fark edip bana güvenmesi, yol göstermesi. Tam mezun olduğum sırada başka bir işe girmek üzereyken, medya aklımın köşesinden geçmezken Fast Break fırsatının çıkması, Uluğ’un pek çok kişinin aksine tanıdığı, desteklediği, birilerinin rica ettiği biri yerine hiç tanımadığı ama güvendiği bana öncelik vermesi hep inanılmaz şans ve tesadüfler zinciri. Burada da bitmedi şansım. Ardından İbrahim Seten gibi asla yaptığım işe karışmayan, kimsenin de dışarıdan müdahale etmesine izin vermeyen, beni eleştirecekse kendi eleştiren, envai çeşit baskıyı göğüsleyen, her daim destek olan çok özel bir müdürle çalıştım. Dışarıdan veya içeriden gelen baskılara sadece ‘aman kafam rahat olsun’ diye direnmeyen çok müdür var. İbrahim asla onlardan değil. Senin hakkını senden fazla korur. Uluğ olmasa bu işe başlamaz, Seten olmasa bir yere asla gelemezdim. Sanırım Allah’ın şanslı bir kuluyum.
Basketbol eleştirmenlerine medyada nasıl bakıyorlar?Basketbol halen B tipi spor olarak kabul ediliyor. Basketbol eleştirmenleri de B tipi spor yazarı ne yazık ki. Pek çok gazetede basketbolu daha yeni işe başlayan muhabirler, fahri olarak yazan yazarların yaptığı bir ek iş. Gazeteler basketbola ve diğer sporlara yatırım yapmadığı, para harcamadığı, önem vermediği, gazetenin ağırlığında çok az yer aldığı için maalesef ikinci sınıf muamele görüyor. Son yıllarda biraz değişti ama temelde bu yaklaşım hep var. Açın bakın gazetelere. Her gazetenin ne kadar futbola eğildiğine bakın. Kaç yazar, muhabir, editör futbolla ilgileniyor? Kaç tanesi basketbolla? Mesela ben Sabah gibi dev bir gazetenin bünyesindeyken, İbrahim gibi bir müdürle çalışırken basketbolun hem yazarı, hem muhabiri, hem editörüydüm. Üstelik basketbolun maçı yoksa, haberi olmayacağı için dış haberleri hatta Trabzonspor haberlerini yapardım. Sonuçta basketbol ‘diğer işler’ başlığı altında bir meseleydi. Çoğu zaman basketbol basında ‘olması gereken’ bir ek iş gibi. Fransa Bisiklet Turu vs gibi. Ama dediğim gibi zamanla değişti. Vatan’a geldiğimde yıl 2002 olduğunda basketbol ‘diğer işler’den çıkmış kendi adına bir yer edinmişti. Kısıtlı ama en azından adı olan bir yer. Mesela her sabah gündem toplantısı olur. Sırasıyla gündemin önemli maddeleri sayılır. “Mehmet Topuz akşam ne dedi? Aziz Yıldırım hangi oyuncuyu takibe aldı? G.Saray’da kadro dışı kalan oyuncu kim? Nevzat Demir Tesisleri’nde yeni açılan halter salonu” vs hep tartışılır. Gazetenin en önemli yerleri bunlara ayrılır. Sonra sorulur. “Baskette dünyada ne var?” Bu yaklaşım bile yerini, ağırlığını anlatmaya yeterli bence. Yanlış anlaşılmasın bu doğal bir durum. Ben müdür olsam farklı mı olur. Benden zaten müdür falan olmaz da ben olsam da en fazla %10 değişir bu durum. Gazete halkın ilgi alanlarını, halk için haber niteliği taşıyan şeyleri yazar. Normal yani. Sonuçta doğal olarak da basketbol eleştirmenlerinin ağırlığı da yazdıkları sporla doğru orantılı. Futbolun yarısı kadar önemsenmezler genelde. İbrahim’i ayrı tutuyorum ama genelde bu hava hakim. Televizyonda farklı ama. Televizyonda sayfalara değil zamana göre yayın olduğu için her ne kadar futbol düzeyinde olmasa da basketbola olan ilgi ve verilen önem çok daha yüksek. NTV zaten pek öyle ayrım yapan bir yer değil. Ben 2002’de ilk kez yayına çıktığımda da bana büyük saygı gösterdiler. Sonuçta bana bir zaman dilimi veriyorlar. Ardından da gerek Fuat Akdağ, gerekse iş dışında da arkadaşım olan Erkan Arseven her zaman destek oldu. İşler iyi gitmediği dönemde de hep arkamda oldular. Ki zaten önemli olan da o. İşler iyi giderken herkes mutludur da işler sarpa sarınca genelde insanlar kaçacak delik arar. Ne Vatan’da, ne NTV’de bu başıma gelmedi. Ki emin olun başımı çok derde sokacak bir çenem var benim. Özellikle televizyonda işler daha zor. Yazarken hadi kontrol edebiliyorsunuz. Ekranda dilin kemiği yok. E ben de gevezeyim. Sözümü sakınmayı da sevmem. Akdağ-Arseven ikilisi bana kalkan olmaya kalkınca başlarına meteor yağdı yıllar içinde.
NTV de aslında bir başka şans benim adıma. Ne şanslıyım bazen inanamıyorum. 2002’de aslında NBA yayın hakları ilk alındığında yorumcu Murat Didin’di. Ama 1.5 ay sonra İtalya’ya koç olarak gitti. Bir anda boşta kaldı stüdyo programı ve maç yayını. Arkadaşım olan Erkan Arseven aslında o hafta için konuk gibi davet etti beni. Ama o hafta hiç yayıncılık bilmememe rağmen Murat Kosova’nın büyük desteği sayesinde idare ettim. Sonra bir hafta daha geldim. Sonrası geldi işte. O günden beri de değişmedi. Akdağ-Arseven beni koruyor. Kosova yayında zırvalamama engel olmaya çalışıyor. Gül gibi bol dikeni olan bir gül gibi geçinmeye çalışıyorlar benimle.
Genelde basketbol eleştirmenleri, futbol eleştirmenlerinden daha bilgili oluyorlar. Basketbolu futboldan ayıran en temel özellik nedir sizce?Basketbol detaylı bir spor... Kuralları detaylı. Oyunun analizi detaylı... Her şeyi detay... Bunu yaşamadan, uzun süre takip etmeden yorum yapmak zor. Bugün futbolu hayatında bilmeyen bir Amazon yerlisi gelse 10 dakikada futbolla ilgili söyleyecek birkaç şeyi olur. Basit çünkü futbol… Ofsaytı çıkar. 10 dakika izlesen bütün kuralları, olan biteni anlarsın. Ha belki bu yalınlığı yorumlamak daha zordur. Ona bir şey diyemem. Ancak basketbol yalın değil, tersine detay üstüne detay var. Bu da bilgi birikimi ister. Temel fark bu... Ama ben hep söylüyorum. Futbol daha çok bağımsız değişkenlerin oyunudur, basketbol ise bağımlı değişkenlerin. Mesela bana hiç izlemediğim bir maçın istatistik kağıdını verin ben üç aşağı, beş yukarı ne olduğunu söyleyebilirim size. Basketbol büyük oranda rakamlara dökülebilir. Ama futbolun istatistik kağıdını gidin Mehmet Demirkol’a verin “Maçı izlemeden ne diyebilirim ki” olacaktır muhtemelen yanıtı. Basketbolda bir takım 25, diğeri 5 top kaybetmişse, diğer alanlarda dengeleyecek abartılı unsurlar yoksa 25 top kaybeden maçı da kaybeder. Futbolda istersen 10 kat top kaybet. Sonucu etkileyeceği kesin olamaz.
Kaan Kural’a göre Türkiye’ de basketbol eleştirmenleri denilince akla kimler geliyor?Yiğiter Uluğ en başta elbette. Ben her alanda onu örnek aldım kendime. Özellikle yazarlık konusunda. Basketbol ve spora yaklaşımı tamam ama Uluğ’u bence asıl farklı kılan yazarlık tarafı. Spor yazarı iki kelimelik bir tamlama. Spor tarafını hadi bireysel olarak biraz kotardım diyelim. Yazarlık tarafında halen Uluğ’un yaptıklarını izliyor, takip ediyor, elimden geldiğince arayı kapatmaya çalışıyorum. Ama o da durmuyor sürekli daha iyiye gidiyor. Onun dışında da çok değerli analizciler, yazarlar var. Zaten biraz önce söylediğim gibi basketbol detay sporu, bilgi olmadan analizi olamaz. Bilimsellik olmadan yargıya varılamaz. İhsan Bayülken, yeni nesilden Ümit Avcı, Can İşbakan çok değerli isimler. Daha çok arkadaşımız var.
2010 Dünya Basketbol Şampiyonası hakkında ne söylemek istersiniz?Bu şampiyonanın ülkemizde olmasının avantajları nedir sizce?Bir kere dünyanın o yıl yapılacak en büyük spor organizasyonlarından birine ev sahipliği yapacağız. Bence Dünya Kupası’ndan sonra 2010’un en büyük organizasyonu bu. Spor dünyasının merkezinde olacağız. Bundan büyük avantaj mı olur. Dünya’nın merkezi oluyoruz. Ayrıca yıldızları, dev bir mücadeleyi yakından izleme şansı olacak daha ne olsun. Ancak organizasyonda çok ama çok geç kaldık. Yine son dakikada yapıyoruz her şeyi. Federasyon’un hayalini kurduğu daha uzun vadeli kazanımların hiçbirini yazık ki hayata geçiremedik.
Robert College ve Boğaziçi Üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümü mezunusunuz. Basında Robert mezunları hep iyi yerdeler. Bunu neye bağlıyorsunuz?Aslında basında çok fazla Robert mezunu yok. Ancak olanların da en azından iş ahlaklarının yüksek olduğuna, çalışmayı araştırmayı sevdiklerine eminim. Her iş kolunda olduğu gibi medyada da başarının anahtarı bu ilkeler. Robert’in önemli özelliklerinden biri bu ilkeleri aşılamaya gayret etmesidir.
Derin bir NBA bilginiz var. NBA'yi bu kadar sevmenizde yatan etkenler neler? Basketbol oyunu sevmenize neden olan en önemli etken nedir?Robert Kolej’dir. Ben 1985’de okula ilk girdiğimde yatılı okurken NBA kasetleri vardı okulda. Onları izleyerek başladım. Lakers-Celtics final serilerini izlerken büyülenmiştim. Larry Bird’e hayran oldum. Sonra okulda az öğrenci olduğu için mecburen beni da basketbol takımına aldılar. Orada koç Dave Phillips benim için adeta baba oldu. Yatılıyım, evden uzağım, küçüğüm. Basketbol evim ailem oldu. Oradan başladı. Sonra izledikçe daha da büyülendim. Özellikle Sovyetler Birliği ile Yugoslavya arasındaki 1988 Seul Olimpiyat finalini izledikten sonra tamamen aşık oldum denebilir.
NBA'de şu anda izlemekten en fazla zevk aldığınız oyuncu kim? Hidayet Türkoğlu’nun NBA’de ki başarısnı neye bağlıyorsunuz?Bir tane isim saymam zor. Ray Allen’ı çok uzun zamandır severim. Ama genelde yeteneklerinden çok aklıyla oynayan oyuncular beni daha çok etkiliyor. Larry Bird, John Stockton, Toni Kukoç, Steve Nash gibi. Aynı zamanda atletik yetenekten çok fundamental bilgisi de daha değerli benim gözümde. Allen’ı o yüzden seviyorum. Aslına bakarsan Avrupa basketbolunu daha çok sevmemin nedeni de o. Hidayet’in başarısı ise her oyuncunun başarısıyla aynı nedenlere bağlı. Geldiği noktayı yeterli görmemesi, yeteneklerini geliştirmek, her gün daha iyiye gitmek için kendine yatırım yapması ile alakalı. 2003’de ben kariyeri bitiyor artık diye bakıyordum. Ama o günden sonra gösterdiği hem basketbol hem de kişisel gelişim her sporcuya örnek olmalı.
Sinemaya olan ilginizin de olduğunuzu öğrendim. Fasulye filminin yapımcısıydınız. Sinema ile ilgili bundan sonraki planlarınız neler?O filmde öyle bir battık ki artık sadece bilet alıp izleme planım var. İki yıl ara verdim medya kariyerime. Aslında tamamen bırakmıştım medyayı. Film şirketi kurduk 4 arkadaş. Ama 2001 krizi vs derken olmadı. Dört yıl onun borçlarını ödedim. Yeter bu kadar. Daha iyi bildiğim işe döndüm.
Daha önce “Hastasıyım Bu Oyunun” adlı bir kitap yayımlamıştınız. Yeni kitap projeniz var mı?Olmaz mı? Basketbolla ilgili iki-üç kitap daha yazmak istiyorum. Hatta bir tane tamamen basketbol hikayesi olan, ABD’deki örnekleri gibi bir sezonun tamamını bir takımla geçirip o sezonun hikayesini yazmak istiyorum. Bir de polisiye roman yazma isteğim var ama o uzak bir hayal şimdilik. Belki 10-15 yıl sonra.
Daha önce Radikal gazetesinde yazıyordunuz. Şimdi Vatan gazetesinde yazıyorsunuz. Bu iki gazete arasında ne gibi farklılar var?Farklı kulvarlar elbette. Radikal’de müdürüm Yiğiter Uluğ’ydu. İmkanlar az ama fırsatlar çoktu. Futbol ağırlıklı olsa da daha önce bahsettiğim basketbol veya benim yine çok önem verdiğim, sevdiğim, yazdığım tenis, Formula 1 gibi sporlar ikinci planda değildi. Radikal’in okuyucusu çok niş bir kitle olduğu için rahattık. Ama imkanlar sınırlıydı elbette. Vatan’da ise yine İbrahim’le çalışıyorum. İmkanlar daha büyük ama bu defa Sabah dönemine oranla basketbola ve diğer sporlara biraz daha önem veriliyor. Benim de biraz payım vardır belki bunda. En azında İbrahim’e o güveni verdiğim için “Şu önemli, bunu yapalım” dediğim zaman hiç düşünmeden “Yap” diyor. Mesela 2008 Olimpiyatları. Benim gazetecilik anlamında en başarılı olduğum iştir o. Her gün neredeyse tam sayfa yazdık Mert Aydın’la birlikte. Bütün gazetelerden çok daha iyi iş yaptık. İbrahim hiç karışmadı, sadece destek oldu. Ben yaptığımız işle şahsen gurur duyuyorum. Ki basketbol sonuçta sadece bir parçaydı orada.
Türkiye’de ki basketbol izleyicisini nasıl buluyorsunuz? Sizce insanlar basketbol oyununda neler görmek istiyorlar?Maalesef basketbol detaylı bir spor olduğu için gençliğinde bunu yapmamış olanların tam olarak izleyerek hakim olması kolay olmuyor. Futbolun da hakimiyeti düşünülünce gerçek basketbol seyircisi sınırlı ama onlar da çok donanımlı. Bizim işte önemli bir ikilem bu. Hem herkese hitap etmeli, hem en az benim kadar donanımlı izleyiciye yeni pencere açmalıyız. Zor bir noktadayız. Ama özellikle gençler arasında basketbol çok daha popüler. Beş-altı yıla kadar basketbol kitlesinin daha da büyüyeceği kesin.
Röportaj: Sayım Çınar /
Medyatava
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder